Perspektif

Avrupalı güçler İran’a karşı ABD-İsrail savaşına suç ortaklığı yapıyor

ABD ve İsrail İran’ı bombalayıp tüm Ortadoğu’yu ateşe verirken, Avrupalı güçler de buna suç ortağı oldular. Onlar, “gerilimi düşürme” ve “diplomatik çözüm” çağrısı kisvesi altında, Tahran’ın emperyalist saldırganlığa kayıtsız şartsız teslim olmasını talep ediyorlar.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius (sağda), 12 Haziran 2025 Perşembe günü Ukrayna'nın başkenti Kiev'de Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile görüşmesi sırasında konuşuyor. [AP Photo/Evgeniy Maloletka]

Yaşananlar bir mafya filmini andırıyor. İsrail, İran’a karşı kışkırtılmamış bir saldırı başlattı, sanayi tesislerini ve şehirleri bombaladı ve üst düzey politikacılara, bilim insanlarına ve yetkililere kasten suikast düzenledi. ABD Atlantik ötesine stratejik bombardıman uçaklarından oluşan bir filo gönderdi ve İran’ın nükleer tesislerini imha etti. Başkan Donald Trump ve Savaş Bakanı Pete Hegseth, gangster ağzıyla, ülkeyi gönüllü olarak teslim olmaması halinde topyekûn imha etmekle tehdit ettiler. Avrupalılar ise avukat rolünü oynayarak Tahran’daki rejimi öldürülmemek için gönüllü olarak intihar etmeye çağırıyor.

Almanya Şansölyesi Friedrich Merz, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Britanya Başbakanı Keir Starmer, ABD’nin İran’a saldırısına, uluslararası hukuku ihlal eden saldırıya yönelik tek bir eleştiri ifadesi içermeyen ortak bir açıklamayla yanıt verdi. ABD’nin eylemini açıkça memnuniyetle karşılayacak kadar ileri gitmeseler de ortak açıklamaları yalnızca onaylama olarak anlaşılabilir.

Onlar, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik saldırılarını meşrulaştırmak için kullandıkları bahaneyi destekliyorlar: “İran’ın asla nükleer silaha sahip olamayacağı ve artık bölgesel güvenlik için bir tehdit oluşturamayacağı konusunda sürekli net olduk.” Avrupalı güçler, ABD’nin Fordo, Natanz ve İsfahan’daki nükleer tesislere yönelik askeri saldırılarını şu sözlerle yorumluyorlar: “Amacımız İran’ın nükleer silah edinmesini engellemek olmaya devam ediyor.” Ve baş müzakerecisi İsrailliler tarafından öldürülen İran’dan “nükleer programıyla ilgili tüm endişeleri giderecek bir anlaşma için müzakerelere başlamasını” talep ediyorlar.

İran’ın Pazartesi günü geç saatlerde Katar’daki ABD askeri üssüne birkaç füze fırlatmasının ardından Avrupalı güçlerin ABD’nin yeni saldırılarını da destekleyeceklerinden emin olunabilir. Katar önceden uyarıldığı ve füzeler durdurulduğu için herhangi bir hasar oluşmadı. Merz, Macron ve Starmer sadece İran’dan geldiği zaman “tırmanma”ya karşı çıkıyorlar, ABD ya da İsrail’den geldiği zaman değil.

Berlin, Paris ve Londra’nın ABD saldırısını haklı görmeleri, Washington’la hiçbir farklılıkları olmadığı anlamına gelmiyor. Avrupa başkentlerinde, Ortadoğu’daki bir çatışmanın felakete dönüşerek tüm küresel ekonomiyi uçuruma sürükleyebileceğine dair korkular var; özellikle de İran’ın dünya petrol arzının yaklaşık beşte birinin taşındığı Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidini gerçekleştirmesi halinde.

Daha dört gün önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron, İsrail ve ABD’nin istediği gibi İran’da şiddet yoluyla bir rejim değişikliğinin sadece “kaos”a yol açacağı uyarısında bulunarak, “Bugün en büyük hata, İran’da askeri yollarla rejim değişikliği yapmaya çalışmaktır”, dedi. Macron “2003’te Irak’ta yapılanın, son on yılda Libya’da yapılanın iyi bir fikir olduğuna inanan var mı? Hayır!” diye ekliyordu.

Avrupa hükümetleri ayrıca İsrail ve ABD’nin İran’a saldırısının Rusya’ya karşı yürüttükleri savaş propagandasını daha da itibarsızlaştıracağından korkuyorlar. Ne de olsa Rusya Devlet Başkanı Putin’i Ukrayna’ya karşı “uluslararası hukuka aykırı bir saldırı savaşı” yürütmekle suçluyorlar. Oysa uluslararası hukuka aykırı bir saldırı savaşı yürüten biri varsa o da ABD ve İsrail’dir. Uluslararası hukuk uzmanları bu konuda büyük ölçüde hemfikirler.

Ancak savaşın canice niteliği ortada olmasına ve Avrupalı hükümetler felaketten korkmalarına rağmen, kayıtsız şartsız saldırganların yanında yer alıyorlar. Sadece bu bile meselenin taktiksel değil, temel emperyalist çıkarlarla ilgili olduğunu göstermektedir.

Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius Pazar akşamı ARD televizyonunda durumu özetledi: “Meşru veya yasal olması güç algılanan ama önemli bir ayrımdır.” Eğer Alman hükümeti İran’ın bombalanması gibi bir hedefi “meşru” olarak görüyorsa, hukuku ve yasallığı hiçe sayıyor demektir.

Almanya, Fransa ve Britanya Trump’ın saldırgan yaklaşımını tedirginlikle karşılayabilir ama onlar için ganimeti paylaşmak ahlaki ya da hukuki kaygılardan daha önemlidir. Bu ülkeler 34 yıl önceki ilk Irak savaşından bu yana Ortadoğu’ya boyun eğdirme savaşlarına katılıyorlar. Hatta 2001 yılında Afganistan’a saldırmak için NATO’nun kolektif savunma maddesine bile başvurdular.

2003 yılında ikinci Irak savaşı sırasında ve 2011 yılında Libya savaşı sırasında olduğu gibi Fransa ve Almanya ile zaman zaman anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Ancak Alman hükümeti hiçbir zaman ABD’ye karşı çıkacak kadar ileri gitmemiş, hatta savaş çabaları açısından önem taşıyan Almanya’nın Ramstein kentindeki askeri üssü kullanmasını bile yasaklamamıştır.

Birleşik Krallık her zaman ABD’nin en yakın müttefiki olarak hareket etmiştir. Şu anda bile Başbakan Keir Starmer İran’a yapılan saldırıdan kısa bir süre sonra Trump’ı arayarak desteğini bildirmiştir. Ticaret Bakanı Jonathan Reynolds’ın basına söylediği gibi bu “ABD’ye dost olmak” değil, “Britanya çıkarlarını korumak”la ilgilidir.

Almanya, ABD ile birlikte İsrail’in en önemli destekçisidir. Gazze’de işlediği savaş suçlarına rağmen Netanyahu rejimine sadık kalmaya devam etmekte ve bu rejimin muhaliflerini “antisemit” olmakla suçlamaktadır. Şansölye Friedrich Merz, İsrail’in “kirli işleri hepimiz için yaptığını” söylediğinde Berlin ve Kudüs arasındaki ilişkiyi çok uygun bir şekilde tarif etti.

Bugün Lahey’de, aralarında Trump’ın da bulunduğu 32 üye ülkenin devlet ya da hükümet başkanlarının katıldığı NATO zirvesi başlıyor. Zirvede askeri harcamaların GSYİH’nin yüzde 5’ine çıkarılması üzerinde duruluyor ki bu oran NATO’nun bir önceki hedefi olan yüzde 2’nin iki buçuk katıdır. Bu devasa silahlanma hamlesiyle Avrupalı NATO üyelerinin üç ila beş yıl içerisinde nükleer silahlara sahip Rusya’ya karşı savaş açabilmeleri amaçlanıyor.

Avrupalıların öncelikli hedefleri ABD’yi Ukrayna’daki savaşa destek vermeye devam ettirmek ve Trump’ın Rusya ile ayrı bir anlaşma yapmasını engellemektir. Karşılığında ise onlardan ABD’nin Ortadoğu’daki saldırılarına ve Çin’in kuşatılmasına daha da güçlü destek vermeleri bekleniyor.

Vahim kararların birbirini izlediği ve tüm emperyalist güçlerin savaş girdabının derinliklerine çekildiği Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde olduğu gibi, emperyalist güçler bir kez daha insanlığın varlığını tehdit eden bir felakete doğru koşuyorlar.

Onları harekete geçiren şey, zamanını doldurmuş kapitalist sistemin çözümsüz krizidir. Bu kriz, milyarlarca işçiyi tek bir uluslararası üretim sürecinde birleştiren küresel üretimin, kapitalizmin dayandığı ulus devlet sistemi ve özel mülkiyet ile uyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. 1914 ve 1939’da olduğu gibi, kapitalistler bu krizi dünyanın şiddete başvurarak yeniden bölüşülmesi yoluyla çözmeye çalışıyorlar.

Kapitalizmi savunan herhangi bir partinin bu krizden bir çıkış yolu sunmasını beklemek ölümcül bir hata olur. İster Trump’ın Cumhuriyetçileri gibi aşırı sağcı, ister ABD’li Demokratlar ve Fransız Macron gibi “merkezci”, ister Britanya’daki Starmer’ın İşçi Partisi ve Almanya’daki SPD gibi sosyal demokrat olsun, hepsi savaşı, yeniden silahlanmayı ve militarizmi destekliyor ve bunlara karşı toplumsal ve siyasi muhalefeti bastırıyorlar.

Savaşa ve militarizme karşı tek gerçekçi strateji, uluslararası işçi sınıfının anti-kapitalist, sosyalist bir program temelinde seferber edilmesidir. Bunun için gerekli koşullar mevcuttur. İran’a yönelik acımasız saldırı, Gazze’deki soykırıma karşı yüz binlerin sokaklara döküldüğü direnişi de yeniden alevlendirdi. Giderek daha fazla sayıda işçi, savaş masraflarını karşılayacak sosyal kesintilere ve işten çıkarmalara karşı direniyor.

Fakat bu hareketin bir perspektife ve siyasi önderliğe ihtiyacı var. Egemen sınıf, direnişi sönümlendirmek ve etkisizleştirmek için sahte sol partilere güveniyor.

Almanya’da Sol Parti militarizmi ve aşırı sağcı AfD’yi eleştirdiği için seçimde destek kazandı. Ancak Ortadoğu’daki savaşa yönelik tavrı federal hükümetinkinden çok az farklıdır. Hükümet gibi Sol Parti de İran’ın nükleer programının derhal durdurulması çağrısında bulunuyor ve bunun askeri değil diplomatik yollarla gerçekleştirilebileceğini savunuyor.

Fransa’da Boyun Eğmeyen Fransa (La France insoumise, LFI) lideri Jean-Luc Mélenchon, Trump ve Netanyahu’ya karşı çıkması için Cumhurbaşkanı Macron’a çağrıda bulunuyor. Macron’u bunun Fransa’nın çıkarlarına en uygun yol olduğuna ikna etmeye çalışan Mélenchon şunları söylüyor:

Ortam ne kadar korkunç olsa da ve belki de tam da bu nedenle, ülkemizin iyi bilinen büyüklüğünü ve etkisini göstermesi için bir fırsat söz konusudur. Fransa ölümcül ikiliye katılmayı reddetmelidir. Eğer Fransa barış ve uluslararası hukuk bayrağını yüksekte tutarsa, sözü her yerde kurtuluş ve destek olarak kabul görecektir.

Ne acınası bir saçmalık! ABD, Almanya ve Britanya gibi Fransa da Vietnam’dan Cezayir’e ve Kongo’ya uzanan kanlı sömürge suçları geçmişine sahip emperyalist bir güçtür. Zenginlerin başkanı Macron’un barışı ve uluslararası hukuku savunmasını beklemek siyasi aldatmacanın doruk noktasıdır.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve onun şubeleri olan Sosyalist Eşitlik Partileri, uluslararası işçi sınıfının sosyalist bir program temelinde birliği uğruna mücadele eden tek siyasi eğilimdir. Savaşa ve kapitalizme karşı mücadeledeki en önemli görev, bu partileri inşa etmektir.

Loading